Anadolu'da bir ilçede bakkal çalıştıran ve üniversite sınavına hazırlanan gencin dükkana emanet olarak bırakılan bavulla konuşması ve sonu...
Anadolu'da küçük bir ilçe...
Ailelerin "Ceketimi gerekirse evdeki ineğimi satarım ama çocuğumu okuturum" sloganını hayat felsefesi edindiği yarı açık cezaevi! Çevre baskısının etkin bir şekilde görüldüğü, farklı düşünen gençlerin önünün kesildiği gelenekçi bir yapı!
Geçimi bakkal dükkanına bağlı bir aile.
3 kardeş arasında dönüşümlü bakkal işletme.
İki erkek kardeşten birisi öğretmen olmuş, diğeri ise üniversite eğitimine devam etmekte.
Küçük erkek ise bakkalı çalıştırmakta.
Bu nasıl bir hayat!
Yoğunluk yok! Sakin bir gün. Bakkalı çalıştıran gencin liseden en samimi arkadaşı yolcu. İstanbul'a polis olan ağabeyinin yanına gidecek. Otobüsün kalkmasına daha var. Bavulunu bakkala bırakıyor ve diğer işlerini halletmek için dışarı çıkıyor.
Dükkanda bavulla başbaşa kalan bakkal başlıyor konuşmaya;
Bu nasıl bir hayat ya! Şu cansız bavul İstanbul'u görüyor ben göremiyorum! Sadece bavul mu? İçindeki kıyafetler de cansız olmasına rağmen İstanbul'a gidiyor.
Sitem gibi görünebilir ama o dönemin ve günümüz dünyasının gerçeği, durum tespiti bu aslında... Ulaşılması zor ve imkansız gibi görünen İstanbul'u görme hayali.
Binlerin milyonların TV'den hayranlıkla izlediği, gördüğü, orada yaşayanlara büyük bir özenti ile baktığı hayallerin şehri İstanbul.
O genç nerede?
Küçük bir ilçeye kapanmışlığı (yarı açık cezaeviyle anlatılmak istenen) ve İstanbul hayalini bavulla konuşarak dile getiren genç bir taraftan da üniversite sınavına hazırlanmakta.
Ve farkında olmadan çalışma defterinin üzerine tükenmez kalemle İstanbul Üniversitesi'nin kapısını yapmakta.
Peki ya sonra?
Resmedilen hayaller gerçek olur ve bakkal çalıştırırken üniversite sınavına hazırlanan genç İstanbul Üniversitesi'nin kapısından içeri girer.
Şimdi mi?
1995'ten bu yana İstanbul'da yaşıyor.