Tayfur Sökmen nereli? Tayfur Sökmen'in eğitim hayatı nasıldır? Tayfur Sökmen Kurtuluş Savaşı sırasında nasıl bir mücadele vermiştir? Tayfur Sökmen'in Hatay mücadelesi nasıldır?
Tayfur, 1892 yılında, Alaybeyli’de Beyazid-i Bestami Hazretlerinin bulunduğu mekanı imar ve inşa ederek kendisine ikametgah olarak ayırdığı Kırıkhan alaybeyli köyünde Paşanın beşinci erkek evladı olarak dünyaya gelir.
Babası Mustafa Şevki Paşa, annesi Şayan Hanım’dır.
Dört erkek kardeşten üçüncüsüdür.
Babası Mustafa Şevki Paşa Mirmiran (Tümgeneral) ve Rumeli Beylerbey’i rütbesiyle Reyhanlı Boybey’idir.
Tayfur Sökmen, Konar-Göçer Türkmen olunun 24 Oğuz Boyundan biri olan ve Bayat kolunun obalarını teşkil eden Reyhaniye aşiretine mensuptur.
Tayfur Bey, Ilka ve Rüştiye Mekteplerini bitirdikten sonra özel öğretmenler tarafından uzun müddet tahsil yapar.
Tayfur Bey’in çocukluk ve gençlik yılları, babasının yaptırmış olduğu Kırıkhan’ın Alaybeyli köyünün yanındaki Bayezid-i Bestami Ziyaretindeki konakta geçer.
Mücadeleleri
Hayatı silahlı ve siyasi mücadele ile geçer.
1914-1918 I. Dünya Savaşında istihbarat hizmetlerinde görev alır.
1915-1916 yılları arasında Kırıkhan-Hassa Askeri sevkiyatı ve top nakliyatı için yol yapımında çalışır.
1918 yılında Hatay’ı işgal eden Fransızlara karşı çete kurar. Bu arada Antakya’da Arap Hükümeti kurulur. Buna karşı tepki gösteren ve mücadeleye katılan ilk Türk ileri gelenleri arasında yerini alır.
Tayfur Bey bundan sonra Halep’te ordu kumandanı Nihat Paşa’nın mahiyetinde istihbarat görevlisi olarak çalışır.
Savaşın Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanması ve ordunun çekilmesi üzerine bu görevden ayrılır.
Mustafa Kemal Paşa ile tanışması
Mustafa Kemal Paşa ile ilk defa o sırada Halep’te Baron Otel’inde tanışır.
Ekim 1918 başlarında tekrar Reyhaniye’ye döner. Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin kurulması üzerine Tayfur Bey ve arkadaşları Reyhanlı’da buna benzer bir cemiyet kurup Fransızlara karşı yapmayı düşündükleri isyanı görüşmek üzere Antep’te bulunan Cemiyet-i Hayriyeyi Islamiye azalarıyla görüşür. Daha sonra Kürtdağı’na giderek Kilis ve havalisi Kuva-i Milliye Kumandanı Polat Paşa’dan aldığı talimatlar üzerine, Reyhanlı’ya dönerek arkadaşlarıyla birlikte silahlı mücadeleyi tam olarak başlatır.
Ankara’da bulunan Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri Genel Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya Antakya, İskenderun ve havalisinin Misak-ı Milliye dahil olup olmadığını soran bir telgraf çeker. Telgrafa cevap alamayınca Mustafa Kemal Paşa’ya tekrar ikinci bir telgraf daha çeker. Bunun üzerine Paşa, Tayfur Bey’e Miralay Recep Bey vasıtasıyla bölgenin Misak-ı Milliye dahil olduğunu bildirir.
Böylece Tayfur Bey, bölgenin Misak-ı Milliye dahil olduğunu çevreye yayarak Arap yanlılarını büyük bir bozguna uğratır. Bu hareketin üzerine Tayfur Bey’in Reyhanlı’daki çiftliği Fransızlar tarafından basılıp yağmalanır. Bunun üzerine Reyhanlı ve Yeniköy mıntıkasında Fransızlarla şiddetli çarpışmalar olur.
Kod adı: Tarık
Tayfur Bey 1921 yılında Kürtdağı ve havalisi (Hassa-Islahiye) Kuva-i Milliye komutanlığına atanır. Aynı tarihte Tayfur Bey’e “Tarık” kod adı verilir. Tayfur Bey, 1926 yıllarında mücadele için canla, başla çalışır. Ancak yorgun ve yıpranmış olan vücudu ağır çalışma temposuna dayanamaz ve hastalanır. Tedavisi için Viyana’ya gider. Tedavisi Viyana’da iki yıl sürdükten sonra Türkiye’ye döner ve İstanbul’da tedavisine devam edilir. Tayfur Bey, İstanbul’a döner dönmez Adana’daki cemiyeti sorduğunda cemiyetin kapandığını öğrenir. Ancak o, tedavisinin tam bitmesini beklemeden, İstanbul’dan Ankara’ya döner ve Fransızlar tarafından yasaklı olduğundan Hatay’a dönme imkanlarını araştırır. Yusuf Hikmet Bayur Bey’in ilgisi, Hariciye vekaletinin çabaları ve talebi üzerine Fransızlar, Tayfur Bey’in İskenderun Sancağı’na girmesini kabul eder, artık siyasi mücadelesini çok daha iyi bir şekilde başlatmış olur.
Tayfur Bey 21 Mayıs 1933 yılında Adana’da kapanmış olan, Antakya-İskenderun ve havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni yeniden İstanbul’da kurup tescil edilmesinden sonra kurmuş oldukları cemiyetin en büyük amacının Türkiye’de bulunan Antakya-İskenderun ve havalisi Türkleri arasında yurttaşlık ve kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek, tahsil, tedavi gibi içtimai ve zaruri sebeplerle anayurdundan ayrılmış olan yurttaşların, yurda olan sevgi bağını kuvvetlendirecek vasıtalara girişmektir. 1934 yılının son günlerinde Atatürk, Hasan Rıza Soyak Bey’in teklifiyle, hükümetle temaslarında daha serbest olabilmesi için, Tayfur Bey’in Büyük Millet Meclisi’ne girmesini uygun görür.
Tayfur Bey, 1 Mart 1935 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılır. 8 Şubat 1935 yılında, Mustafa Kemal Atatürk, Soyadı Kanunu dolayısıyla Tayfur Bey’e bir soyadı vermeyi düşündüğünü söyler ve “Sen Kayı boyundansın, Artukoğlu Sökmen Bey soyundansın. Sökücü bir kişi olduğun için 'Mürselzade' yerine sana 'Sökmen' soyadını muvafık görerek veriyorum, yadigarım olsun" der.
Tayfur Bey bunun üzerine “Teşekkür ediyorum, minnet ve şükranla kabul ediyorum.” diyerek Atatürk’ün yanından ayrılıp Ankara’ya döner. Artık büyük davanın sonuna gelinir. Büyük Komutan ve devlet adamı olan Atatürk’ün: “Şerefim üzerine söz veriyorum, Hatay’ı ecnebilerin eline bırakmayacağım” sözünün gerçekleştiğini büyük siyasi ve askeri dehasıyla İskenderun Sancağı’nın bundan sonra Hatay Devleti olarak kurulacağı aşikardır. Atatürk hastalığını göz ardı edip Mersin’deki askeri geçit törenine katılır. Hatay’ı alacağına dair Fransızlara karşı büyük bir kararlılık örneği göstererek, Hataylılara, “Kırk asırlık Türk yurdu esir kalamaz.” sözünü müjdeler. Bunun üzerine Türk ve Fransız askeri heyetler toplanarak Fransız yetkililerine bu bölgenin öz be öz Türk olduğunu, yapılan seçimlerde de burada yaşayan insanların tamamının Türkiye’yi istedikleri vurgulanır. Böylece 5 Temmuz 1938 sabahı Kurmay Albay Şükrü Kanatlı Komutasındaki 2500 mevcutlu 48.Takviyeli Dağ Alayı iki koldan Hatay’a girer. Artık bağımsız Hatay Devletini kurma çalışmaları başlamıştır.
9 Ağustos 1938 sabahı Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer’in telgrafla yaptığı davet üzerine mücadelenin ileri gelenleriyle 10 Ağustos günü, Dörtyol’da kalan Tayfur Bey’in çalışma odasında özel bir toplantı düzenlenerek Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer, Devlet Reisliği görevinin bizzat Atatürk’ün tespit ve tayin ettiği bu kişinin Tayfur Sökmen olduğunu bildirir.
Bunun üzerine Tayfur Bey, “Aziz Atatürk’ün itimat ve teveccühüne karşı esasen müteşekkir ve minnettarım. Ancak ben şimdiye kadar Nahiye Müdürlüğü bile yapmış değilim. Bu itibarla bu vazifeyi başaramazsam Atatürk’te sahip olduğum itimat ve teveccühün kaybetmekten korkarım” der. Bunun üzerine Şükrü Sökmensüer, bunun Atatürk’ün emri olduğunu ifade ederek; “Ben tebliğe memurum, başka bir şey yapamam” dedi. 12 Ağustos 1938 sabahı Tayfur Bey Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a mektup yazarak Atatürk’ün kendisini Devlet Reisliğinden affetmesini sağlamasını rica eder. Yapılan görüşmeler üzerine Atatürk son söz olarak “Devlet Reisi Sökmen olacaktır. Bu arkadaş tecrübe edilmiş, her bakımdan itimada layık, namuslu ve becerikli bir insandır. Öteden beri bu yolda çalışmış ve başarılı hizmetlerde bulunmuştur. Binaenaleyh Devlet Başkanlığı için en münasibi odur. Bunu bir vazife olarak kabul etmelidir” diye son sözünü söyler. 2 Eylül 1938 yılında Hatay Parlamentosu toplanarak Devlet Reisliğine büyük kahraman Tayfur Sökmen’i seçer. Böylece Hatay Devleti fiilen kurulmuş olur.
Tayfur Sökmen o sırada hem Hatay tebası olarak Hatay Cumhurreisliği görevine seçilmişti, hem de Antalya Bağımsız Milletvekili olarak TBMM üyeliği sıfatını muhafaza etmektedir. Hatay Devleti 1939 yılında Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarına geçene kadar, Tayfur Bey Hatay Devlet Reisliği görevini başarıyla sürdürür ve tarihe 17. Türk Devleti Reisi olarak geçer.
Tayfur Sökmen, 3 Mart 1980 günü vefat eder ve İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığında eşinin mezarının yanında devlet töreni ile toprağa verilir.
Tayfur Bey’in en büyük amacı Hatay şehidi olan Atamızın tüm Hataylılara hediye ettiği bu bölgenin en iyi şekilde korunması ve yüceltilmesidir. Her ne kadar Cumhurbaşkanlığı görevini yapmış ise de aldığı eğitim ve mütevazılığından dolayı kendisini hep Atatürk’ün bir memuru olarak görmüştür. Ailesine de bıraktığı en büyük servet; devletine, bayrağına, vatanına bağlı dil, din, ırk, renk, cins ve mezhep ayırımı yapmadan yaşamayı öğretmiş olmasıdır.