Ukrayna'da kıtlık dönemi ve yeni terhis olmuş asker açmak kalmak üzeredir. Bir yol bulur ve çaydan güzel bir taşı heybesine koyup köyüne doğru yol alır. İşte hikayenin sonu...
1930'lu yıllar. Ukrayna'da kıtlık vardır. Milyonlarca insan açlıktan kırılır.
İşte böyle bir dönemde Ukraynalı asker, SSCB'nin bir bölgesinden terhis olur ve memleketine doğru yol alır. Mesafe uzundur. Kâh tren, kâh kamyonla, kâh da yayan olarak ilerler.
Ukrayna’ya gelene kadar problem yaşamaz. Yol boyunca ikramda bulunanlar olur. Ama Ukrayna sınırından itibaren durum felakettir. Ortada kıtlık, açlık kol gezmektedir ve haliyle kimse de kimseye bir şey vermez.
Çayla bulduğu güzel taş
Açlıktan öleceğinin farkında olan yolcu, geçtiği yolda bir çayda durur ve bulabildiği en ilginç çay taşını alır heybesine koyar.
Yumurtadan biraz daha büyükçe, ilginç renkleri ve pürüzsüz bir yüzeyi olan güzel fakat sıradan bir büyük çakıl taşıdır.
Yola devam eder. Rastladığı bir köyde, köyün köyodasına ya da kahvesine uğrar. Selam verir ama kimse pek de selamını almaz. Herkes bir şeyler isteme ihtimalini düşünür.
Geçer ateşe yakınca bir yere ve oturur. Biraz oturduktan sonra, heybesindeki taşı çıkarır ve şefkatle onu ovmağa, ovalamağa başlar.
Etraftaki köylüler önce garipserler, sonra da merak ederler. Neyin nesidir, deli midir, divane midir; o taşın hikmeti nedir?
Sonunda dayanamazlar, içlerinden birisi sorar. Asker de anlatır.
Taşın sihirli bir taş olduğunu, bir tencere ve su olsaydı şimdi, içine sadece bu taşı koyarak olağanüstü lezzetli bir çorba yapabileceğini anlatır.
Duyanlar pek de inanmazlar, ama merak da ederler.
Herkes bir şey getirir
Bir koşu, birisi evden büyükçe bir tencere getirir. Su da hazırdır zaten.
Tencereye suyu koyarlar, kaynamağa yüz tutarken asker karıştırmak için bir kepçe ister. Getirirler. Karıştıra karıştıra devam ederken, suyun tadına bakar asker ve "Tuz lazım" der.
Problem değildir, hemen getirirler.
Tuzunu koyar, tadına tekrar bakar ve nefis bir tat olduğunu söyler. Ama, eğer azıcık patates de olsa tadından yenmeyeceğini de söyler.
Millet birbirinin yüzüne bakar; iki-üç kişi, evlerinde biraz patates olduğunu söyler ve koşar getirir. Patatesler hazırlanırken, asker, bu defa da azıcık mısır ve fasulye olsa ne güzel olacağını söyler.
Yine, bu sefer başka birileri, bir koşu, evlerinden mısır ve fasulye getirir.
Bunlar hazırlanırken, artık milletin gerçekten ağzının suyu akmağa başlamıştır ki, asker, bu sefer de, 'birazcık et olsa ne iyi olurdu' der. O da getirilir.
Çorba pişer gibi olduğunda da, usulca o taşı alır heybesine geri koyar. Taşa gerek kalmamıştır artık. Afiyetle çorbayı içerler.