empty
Kimdir?

Hüseyin Özer kimdir?

empty
TARİH

Abidin Dino, Atatürk'e vedayı nasıl anlatmıştır?

empty
YAŞAM

Atatürk’ün muallim hanımlara bakışı nasıldır?

empty
Müzik

İzmir Marşı'nın sözleri nasıldır?

HİKAYELER

Şahmeran Efsanesi nedir? Şahmeran hangi bölgede yaşamıştır?

Şahmeran'ın hikayesi nedir? En yaygın olan Şahmeran hikayesi nasıldır? Şahmeran efsanesi nerede...

Emel Sayın’ın Kemal Sunal’la ilgili unutulmaz anısı nasıldır?

Film çekimi biter, Kemal Sunal yürüyerek gider, ardından Emel Sayın onu takip eder ve ardından...

Toh kuşu efsanesi nasıldır?

Mahkumlar depremde neden serbest bırakılmıştır?

Köylü yaşlı kadın Atatürk'ü neden ağlatmıştır?

Fakir Baykurt'un anasıyla yaşadığı çay hikayesi nasıldır?

O ki hayatının 15 yıllık önemli bir dilimini hapiste geçirmiş, okumuş, yazmış ve bedenen olmasa da ruhen günümüzde de yaşamaya devam eden bir değerdir...

O ki hayatının 15 yıllık önemli bir dilimini hapiste geçirmiş, okumuş, yazmış ve bedenen olmasa da ruhen günümüzde de yaşamaya devam eden bir değerdir...

İdeallerinin peşinden koşan devrimci Nazım Hikmet’in hayatının dörte biri hapishanede geçmiştir. Dört defa hapse giren Nazım Hikmet 15 yıl süren esaret döneminde yaşamı üç türlü görmüş ve şöyle anlatmıştır.

 

Üç türlü yaşam

“Üç türlü yaşamak var:

Birincisi, yaşadığının farkında olmazsın.
Yani yaşadığını, yaşamak denen hadiseyi bütün azametiyle idrak etmeden yaşarsın. Yani, insanların büyük bir çoğunluğu gibi...

İkincisi, nerede olursan ol, hangi şartlar içinde bulunursan bulun, yaşamak bir saadettir senin için. Düşünmek, okumak, sevmek, döğüşmek, görmek, işitmek, çalışmak, işkence etmek, nefret etmek, hasılı bütün bu maddî ve manevî şeyler bir saadettir senin için. Yani bizzat yaşamak denen şey ne güzeldir. Bunu her an ve her şart içinde idrak edersin.

Üçüncüsü, yaşamak sadece bir vazifedir senin için. Bazen ölmek nasıl bir vazife olursa, yaşamak öyle bir vazifedir. Verilmiş bir sözü yerine getirmektir. Benim için yaşamak denen hadise, ister hapiste olayım, ister dışarda, ister sevgilinin eli elimde ay ışığını seyredeyim, ister hapishanedeki odamın tavanında yürüyen tahtakurusunu, yaşamak bir saadetti.
Hatta sanırım, bizim Türk edebiyatında, ʽyaşamak ne güzel şeyʼ diyen ilk şair kulunuzdur.

Yaşamak sadece bir vazife

Şimdi iş değişti. Yaşamak benim için sadece bir vazife oldu. İşte bundan dolayı da korkunç, kahrolası bir kuvvete ulaştım. Taşın, demirin, kuru tahtanın kuvveti... Hani cüzamlıların bedenleri hassasiyetini kaybedermiş ya, onların burunlarını yaksan hissetmezlermiş. İşte benim de ruhum, yani şuurum, yani beynim ve cümlei asabiyyem o hale geldi. Artık ıstırap çekmeme imkân yok, fakat şahsen saadet duymama da imkân yok.

 

Hayatımdan bu iki nesneyi attım. Tek kelimeyle söylemek icap ederse, fert olarak mevcut değilim. Sevgi, şefkat, merhamet, güzelin karşısında hayranlık falan filan gibi şeyler benden uzak. Gayet kuvvetliyim. İnsafsız, haşin, acı bir kuvvet değil. Çünkü, bunlar da bir çeşit cümlei asabiye işidir, hassasiyet meselesidir. Sadece kör bir kuvvet, tabiat kuvveti gibi bir şey. Niye bu hale geldim? Zayıf bir insanken, sadece insanken, ne kadar bahtiyardım? Niçin bu bahtiyarlığı kaybettim? Niçin böyle kuvvetli bir insan oldum?
Bunun sebebi bir değil, yığınla... Yazmaya değmez...”